Umut, insanın varoluşsal dayanaklarından biridir. Ancak umut, düşünsel bir düzlemde var olan ve kişiden kişiye değişen bir algıdır. Bugün Türk Milleti de farklı umutların, ideallerin ve söylemlerin peşinden sürükleniyor. Bir kesim “Her şey çok güzel olacak” diyerek hayal satarken, bir başkası özgürlük ve demokrasiden bahsediyor, bir diğeri ise mutlak otoriteyi savunarak baskıyı artırmayı teklif ediyor. Herkesin kendine göre bir haklılık payı var gibi görünüyor ve her düşüncenin bir destekçisi mevcut. Ancak asıl soru şudur: Bu farklı umutlar, milletin gerçek ihtiyaçlarına çözüm üretebiliyor mu? Yoksa sadece bir yanılsamadan mı ibaret?
Bu bölünmüşlük, kimlik meselesinde de karşımıza çıkıyor. Bir kesim “Ben Türk değilim” diyerek ayrışırken, bir diğeri Osmanlıcılık oynuyor, bir başkası “Tüm Türkler birleşmeli” diyor, öteki ise “Vatana bağlı olanlar Türk’tür” görüşünü savunuyor. Ancak kimse bu söylemlerin tarihsel ve toplumsal gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü sorgulamıyor. Umutlar, yanlış bilgiler ve subjektif inanışlar üzerine inşa ediliyor. Bu noktada insanın sorgulaması gereken şey şudur: Gerçekten düşünmek bu mudur? Bir düşüncenin köklü, sağlam ve ayakları yere basan bir gerçekliği var mıdır?
Durumu bir ev metaforu ile ele alalım: Beş odalı bir evimiz var ve her bireyin kendine ait bir odası mevcut. Ancak mutfak, hol, banyo, tuvalet, merdivenler ve salon ortak kullanılmak zorunda. Herkes kendi odasını dilediği gibi boyuyor; biri kırmızı, diğeri mavi, öteki yeşil, bir başkası beyaz… Sorun, bu renkleri ortak alanlara taşıma çabasında başlıyor. Kendi rengini genelleştirme arzusu, büyük bir çelişki yaratıyor. Herkes eline fırça ve kova alarak ortak alanı boyamaya giriştiğinde, uyum ve düzen yerine kaos hâkim oluyor. Üstelik kimse koridorun yeterince güneş alıp almadığını, banyonun penceresinin konumunu, mutfağın tüm bireylere yetecek kadar büyük olup olmadığını düşünmüyor. Herkes sadece kendi renginin haklılığını savunuyor. İşte bugünün toplumsal yapısı tam da budur! Mesele o binanın varoluş sebebidir. O bina olmadan kimsenin de istediği renkte odası da olmaz. Bu kaos sürmeye devam ettikçe, biri gelir her yeri siyaha boyar ve o zaman, kimse hayır diyemez. Nerede kaldı o renk kavgası, unutulur. Yeniden binanın inşası öne çıkar. Meselenin özü işte bu kadar. Ancak insanoğlu gariptir. Kendi eliyle tanımadığına vekalet verir sonra o renk bu renk uğraşır durur. Mesele vekalet değil, verdiğinde düğümlenir. Onun için kendin kendini yönetecek konuma gelmelisin. Bu da ancak devrimle olur. Düzenler SAVAŞTAN başka bir yolla yıkılmaz. İncele!
Gelişmiş bir toplum, bireylerin yalnızca kendi arzularına değil, ortak yaşam alanlarının gerekliliklerine odaklandığı bir düzende var olabilir. Sorunları çözmek için önce temel ihtiyaçları belirlemek, sonra herkesin bu ihtiyaçlara eşit ve adil bir şekilde erişimini sağlamak gerekir. Özgürlük, demokrasi, birliktelik gibi kavramlar yalnızca söylemde değil, pratikte de karşılık bulmalıdır. Aksi takdirde umut, sadece insanın kendini avutma aracı olmaktan öteye geçemez. Gerçek değişim ve ilerleme, önce gerçekleri görmekle, sonra doğru soruları sormakla başlar. Ancak o zaman bu ev, herkes için yaşanabilir bir hale gelir.

Tüm ifadeler:
99