Torino’da 1889’da hayatının dönüm noktasına yürüdüğünü bilmeyen Nietzsche, şehri dolaşırken bir faytoncunun atını kırbaçladığını görür.
At o kadar yorgundur ki kırbaç darbelerine tepki veremez halde yere çökmüştür.
Nietzsche, koşarak atın yanına gider, boynuna sarılır, ağlayarak ata bir şeyler söyler bilincini yitirir ve bayılır.
Bayılmadan önce ata “Anne, senden özür dilerim” veya “Anne, ben bir aptalım” dediği rivayet edilir.
Bu olaydan sonra tam 10 yıl kimseyle konuşmaz dengesiz davranışları artar, akıl hastanesine yatırılır ama asla eskisi gibi olamaz.
Dostoyevski benzer bir olayı Suç ve Ceza’da, Raskolnikov’un uykularını kaçıran en büyük kabusu olarak bir çocuğun çaresizliğiyle anlatır.
“Raskolnikov küçük bir çocuktur.
Bir arabacı yorgun, yürüyemeyecek halde ki atını; hiç acımadan, çekemeyeceği kadar insanla dolu arabayı çekmesi için kırbaçlar.
Yanındakiler de onunla birlikte ellerine geçen her şeyle ata vururlar.
Küçük bir çocuk olan Raskolnikov ata sarılır, ağlar yardım ister ama kimse ona yardım etmez.
En sonunda arabacı herkesin gözü önünde atı vahşice öldürür.
Yaptığından kendisi ve onunla birlikte olanlar büyük keyif alırlar.”
Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabında Nietzsche’nin olayını şöyle değerlendirir.
“Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla özgürce ortaya çıkabilir.
İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmışlara olanlara davranışlarında gizlidir:
Hayvanlara. Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.”
Nietzsche ve Dostoyevski, insanların anlam veremedikleri merhametsizliği karşısında çaresiz kalıp, insanlardan uzak durmayı tercih etmişler.
Goethe bu çaresizliği şöyle tanımlar:
Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir..!