Batı dillerindeki Non Governmental Organization – NGO deyiminin karşılığı olarak ülkemizde “Sivil Toplum Kuruluşu” deyimi kullandırılmaktadır. NGO deyimi, İngilizce “Hükümet Dışı Kuruluş” anlamına gelen sözcüklerin baş harflerinden türetilmiştir. “Hükümet Dışı Kuruluş” deyiminin yerine ülkemizde “Sivil Toplum Kuruluşu” deyiminin kullanılması bilinçli bir tercihtir. Oysaki, Türkçemizde hükümet dışı yapılanmaları ifade etmek üzere “Demokratik Kitle Örgütü – DKÖ” deyimi bulunmaktadır. Sivil Toplum Kuruluşu yerine bazen Sivil Toplum Örgütü deyimi de kullanılmaktadır. Ancak örgüt sözcüğünün genellikle sol içerik çağrıştırmasından korkan egemen güçler, kuruluş sözcüğünün kullanılmasını yeğlemektedirler.
Sivil toplum kuruluşu deyimi, toplumda asker ve sivil olmak üzere iki ayrı kesimin bulunduğu gerçeğine özel bir vurgu yapmaktadır. Oysa önemli olan asker ve sivil ayrımı değildir. Önemli olan demokrat olmak veya olmamaktır. Sözlüklerde sivil kavramı sadece asker karşıtlığı değil, “çağdaş, uygar” olarak da tanımlanmaktadır. Sivilleşme (civilization) ise çağdaşlaşma, uygarlaşma olarak açıklanmaktadır. Bütün bunlar ortadayken hükümet dışı kuruluşu, sivil toplum kuruluşu olarak dilimize sokmanın, geleceği şekillendirmek üzere planlanmış bir uygulama olduğu çok açıktır.
Batı toplumlarındaki hükümet dışı kuruluş kavramının asker ya da devlet karşıtlığı gibi bir anlamı yoktur. Bu kavram, hükümetten ya da devletten bağımsız, kendi finansını kendi sağlayan ve çalışanlarının gönüllülük esasına göre hizmet yaptığı kuruluşu kapsamaktadır. Bizdeki demokratik kitle örgütü kavramı da bu tanımla aynıdır ancak sivil toplum kuruluşu bu tanımlamaya uymamaktadır.
12 Eylül 1980 darbesinin demokrasimizde ciddi yıkımlara yol açtığı bilinirken, sadece askerlerin eseri olduğu yargısının yanlışlığı da kafaları karıştırmaktadır. 12 Eylül faşist yönetimi sırasında demokrasi dışı uygulamalarda en önlerde birçok sivilin bulunduğu gerçeğini gizlemek olanaksızdır. Askeri darbenin karşısına sivil toplum kuruluşu çıkartılarak, ülkemizde asker ve sivil ayrımcılığı yaratılmakta, askerlerin darbeci olduğu, sivillerin demokrasi yanlısı olduğu gibi yanlış bir yönlendirme yapılmaktadır. Halbuki 12 Eylül 1980 tarihinden sonraki birçok sivil iktidarın ne kadar baskıcı oldukları ve günümüz iktidarının yaptığı faşist uygulamalar ile zulümler bu şekilde unutturulmak istenmektedir.
Emperyalizme karşı ilk kez zafer kazanan Türk Ordusu’na karşı ABD ve AB ülkelerinde büyük bir hoşnutsuzluk oluşmuştu. Ordumuzun etkinliğinin kırılması için gizli ve açık eylemlerde bulunmaktan çekinmemişlerdi. 26 Mart 2003 tarihinde CIA’in Türkiye uzmanı Prof. Henry Baker bir konferansta “Türk Ordusu’nu kafesledik” demiştir. 4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde Türk Askeri’nin başına çuval geçirilmiştir. 2008 yılında CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller, “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında açıkça şunları yazmıştı; “Türk Ordusu ile ulusalcı aydınların tasfiye edilmeleri gerekir.” İşte emperyalist güçlerin bize benimsetmek istedikleri sivil toplum kuruluşu deyimi, toplumda var olan bazı gerçekleri saptırmak amacı güdenler açısından kolaylık sağlayıcı çağrışımlar içermektedir. Bu süreçte Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi sahte kanıtlarla hazırlanan emperyalist senaryolarla verilen mahkumiyet kararlarıyla da, Türk Ordusu itibarsızlaştırılmak istenmektedir.
Bunlardan başka hükümet dışı olmanın, demokrat olmakla, çağdaş ve uygar olmakla özdeş bir durum sayılması da yanlıştır. Bu tür yanlış bir yargı, devleti bütün olarak demokrasi ve özgürlüklerin karşıtı bir oluşum gibi görmeyi sağlar. Böyle bir değerlendirme, devleti küçültme ve ileri aşamada ulus devletini ortadan kaldırarak, küresel imparatorluğu güçlendirme yönündeki planlarla örtüşen bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sivil toplum kuruluşu gibi bir kavram, egemen güçlerin isteklerine uygun düşen bir başka yanlışlığı da ortaya çıkarmaktadır. Bu yanlışlık, günümüzde bir takım vakıfları, bir takım sözde cemaat ve tarikatları toplumsal ve siyasal yaşamın başlıca unsurları haline getirmek isteğidir. Toplumu ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen cemaatlerin, tarikatların ve vakıfların demokratik bir yapılanmaya sahip olmadıkları bilinen bir gerçektir. Bu oluşumları sendikalar ve dernekler gibi demokratik kitle örgütleriyle birlikte göstererek, yurtsever askerleri dışlayan ayrımcılığın doğurduğu tehlike, emperyalizmin gizli oyunlarındandır. Bu konudaki en önemli olgu ise günümüzde sivil toplum kuruluşu denilen oluşumlar, emperyalist ülke kaynaklarından akan paralar kullanılmak suretiyle, Atatürkçü ve yurtsever aydınların kökünü kurutarak, sözde aydınlar türetme planlarının aracı haline dönüştürülmektedir.
Demokratikleşmeyi ve çağdaşlaşmayı amaç edinmeyen hiçbir kuruluş demokratik kitle örgütü değildir. Demokratik kitle örgütleri, topluma ve ait olduğu gruplara yararlı hizmetler geliştirmek amacıyla kurulmuş, gönüllülük esasıyla çalışan topluluklardır. Kendilerini sivil toplum kuruluşu olarak adlandıran bazı örgütlerin, emperyalizmden beslendiği ve emperyalist çıkarlara hizmet ettiği bilinmektedir. Bütün bu tehlikeleri göz önünde bulundurarak, doğru bir deyim olan Demokratik Kitle Örgütü deyimini kullanmamızda, ülkemizin geleceği açısından sayısız yararlar bulunmaktadır.
Suay KARAMAN
İlk Kurşun Gazetesi, 19 Ağustos 2013