Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluşunun 101. yılını kutluyor. Türkler bu netameli topraklarda, resmi tarihin söylediğine göre 1000 yıldır hükümran… İnşallah kıyamete kadar da öyle kalacak diyelim!
Bugün Türk toplumunun çeşitli sosyal katmanları bulunmaktadır. Bu katmanları; işçi, memur, köylü, emekli, esnaf, üniversiteli, sermayedar, siyasetçi gibi tanımlamalarla isimlendirebiliriz.
Günümüzde bu kategorilere giren insanımızın çoğunluğunun, devleti ve milleti “Türk” olarak yaşatma çabası yoktur. Olanlarında çabası ve çalışması yeterli değildir! Kendinizi bu kategoride görmüyorsanız, üzerinize alınmayınız.
Yani en azından benim, devletimi ve milletimi yaşatmak için yaptığım çalışmalar yetersizdir. Belki buradan bizi tenkit edenlerde, dönüp aynaya bakma sonucunu çıkarabilir!
J.J. Rousseau, “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde “Üyelerinin her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, oradan her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun.” diyor. Her halde cumhuriyetimizin, önümüzdeki yıllarda yapması gereken şey budur diye düşünebiliriz.
Ancak Türklerin bu coğrafyada yukarıda tarif edilen toplumsal birliği sağlayamamasının ana nedeni; dış saldırılara hedef olması ve bu saldırıların dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar yerli işbirlikçi bulmasındandır.
Eğer Türklerde yeteri kadar “şuur” olsaydı, toplumsal birliği korumak adına yeterli zaman ayrılarak çalışmalar yapılırdı. Böyle olmadığı için, Türk toplumu bu coğrafyada yüzyıllardır süren bir huzursuzluk ve endişe içinde yaşamaktadır.
Devlet ve millet yapısı korunamadığında ne olacaktır? Sorunun cevabı basit ve yalındır: hürriyetimiz korunamayacaktır.
Oysa ki hürriyet, insanlığın en büyük idealidir. Bütün demokratik ve milli hareketlerin merkezi hürriyettir…
Bugün adına cumhuriyet dediğimiz devlet olmasa ve toplum olarak bu devletin vatandaşlığının getirdiği kazanımlarımız bulunmasa, birey olarak ne ifade edebiliriz? Keza adına bağımsızlık, özgürlük de diyebileceğiniz; can, mal, namus, seyahat vs. gibi emniyetinizi de içeren bir hürriyetiniz olabilirmi?
Her birimiz için son derece değerli ve adını cumhuriyet olarak koyduğumuz devlet yapımız, düşününce ne kadar önemli değilmi?
Peki bu devlet nasıl kuruldu ve bu noktaya geldi, hiç düşünüyormusunuz? Hangi süreçler yaşandı, nasıl bedeller ödendi biliyormuyuz? Unuttuk mu yoksa hiçmi öğrenmedik? Bu ve benzer sorulardan kaçamayız. Çünkü devletin varlığı görüyoruz ki, doğrudan bireysel varlığımıza etki ediyor.
Bana göre cumhuriyetimizin vatanadaşları bazı tiplere ayrılıyor. Örneğin vatansever, milliyetsever, menfaatsever, ihanet sever gibi! Bunları çoğaltabiliriz. Ancak şu gerçektir ki, vatan ve milliyetseverlerin çalışması hep yetersiz kalmış buna karşılık menfaat ve ihanet severler üzerlerine düşeni hep layıkıyla yerine getirmişlerdir.
Buradan vatan ve milliyet severlere hangi toplum katmanında olurlarsa olsunlar “cumhuriyeti korumak ve geliştirerek yaşatmak adına yaptığınız çalışmalar yetersizdir” diye seslenmek istiyorum.
Aksi olsaydı, memleketimiz bugün içinde bulunduğu tabloda olmazdı.
Eğer bu konuda bir mutabakat içinde isek, yapmamız gereken şey; toplumun her ferdinin buna kafa yorması, çalışması ve adeta kendini bu devleti koruma ve yaşatma işine vakf etmesidir. Tabii önümüzde dış düşmanlar kadar güçlü iç düşmanlarında olduğunu bilerek!
Rahmetli Atatürk ve silah arkadaşları şimdi 101. yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’ni içinde bulunduğumuz şartlardan çok daha ağır koşullar içinde kurmuşlardı. İçinde bulunduğumuz daha avantajlı şartlara rağmen onların bizden tek farkı; ne yapacaklarını ve neyi feda edeceklerini bilmeleri ve de bunları tavizsiz yerine getirmeleriydi.
Lafla peynir gemisi yürümeyeceğine göre, bu şekilde devlet korunamaz ve esaret altına düşerek millette yaşatılamaz.
Kimse “… efendim ben görevimi yaptım, yapıyorum” gibi kolaycılıklara sığınmasın. Etrafımız, amacını bilen ve hedefe doğru yürüyen iç ve dış düşmanlar tarafından sarılmıştır. İç ve dış düşmanlar tarafından varılmak istenen sonuç; 30 Ekim 1918’den sonra olduğu gibi vatan topraklarının silahlı işgali ile Türk Milletinin soykırıma, asimilasyona ve meçhule doğru yeni sürgünlere muhatap edilmesidir.
Bunu önleyecek tek şey; Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu ve şimdi 101. yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş ilkelerine bağlı kalınarak sonsuza dek yaşatılmasıdır.
İstiklal Harbi’nin, öldürülmek istenen Büyük Türk Milletinin kurtarılması için verilmesi gibi, 101 yıl sonra yine boğazı sıkılmak sureti ile yok edilmek istenen Türklerin; cumhuriyeti yani devletlerini koruma mücadelesi vermeleri gerekmektedir.
Tekrar ediyorum ki; her şeyin farkında olduğunu zannettiğim şahsım bile, hakkıyla bu mücadeleyi vermekten uzaktır. Onun için herkes durup bir düşünmelidir! Siyasi ikbal arayışları, menfaat temin etme çabaları ve bunlar için denenen her yolun mübah addedilmesi bizi öngördüğümüz olumsuzluklara çok daha çabuk ulaştıracaktır. Gün yine fedakarlık günüdür. Bu düşünce ve duygularla “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” anlayışı ile yaşayan Türk Milletine “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” kutlu olsun diyorum. Bu yolda şehit ve gazi olanlara rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, yaşayanlarına uzun ve sağlıklı bir ömür temenni ediyorum.
Özcan PEHLİVANOĞLU
29 Ekim 2024 / İzmir