Aramızdaki bağı yalnızca annemizden ya da babamızdan miras almayız; bu bağ, yaşam bulduğumuz ve sınırları belli olan toprak parçasından, vatan dediğimiz kutsal mekândan gelir. Vatan, içinde yaşayan herkesi kucaklamalı; ayrım gözetmeksizin sarmalıdır. Aksi halde, bu topraklar çölden farksız hale gelir; herkes, kendi küçük dünyasına kapanarak “Benim vaham” diye diretir. Bu durumda, bireyler aynı idealler uğruna birleşmek yerine yalnızca ayrışmanın, kopuşun bir parçası olurlar.
İdeolojik saplantılar, bu kopuşun en büyük destekçisidir. Bu saplantılar, bireyleri kutuplaştırır ve insanlığı kökten zayıflatır. Bir toplumun yükselmesi ve güçlenmesi için öncelikle insanı merkeze almak zorundayız; insanın gelişimi, refahı ve mutluluğu, hep birlikte bir ulus olarak, ortak bir ülküye doğru yürümekle sağlanabilir. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün bize gösterdiği yolda olduğu gibi.
Atatürk, ulusu bir arada tutan ortak değerlerin gücüne inanmış, ideolojiler üstü bir anlayışla toplumun her kesimini kucaklamış, insan odaklı ve ilerici bir miras bırakmıştır. Onun vizyonu, sadece bugünün değil yarının da güçlü Türkiye’sinin temellerini atan bir anlayışın sembolüdür. Biz de bu mirasla, bölünmek yerine bir olmak için insanı, ulusu ve geleceği merkeze alarak çalışmalıyız.
Bir toplumun gerçek ilerleyişi, ideolojik ayrışmalarla değil, ulusal birliğe olan bağlılıkla mümkündür. Aynı topraklardan beslenen ve aynı gökyüzü altında yaşayan bizler, aynı ideallere sahip olmayı başarabilirsek, ancak o zaman çölden vaha yaratabiliriz.